Çoğumuz her günün mutlu ve huzurlu
geçmesini ister. Çoğu yaşantısının “güzel” olarak nitelendirdiği bir olay
örgüsüyle tamamlanmasını arzular. Öyle ki “kötü” bir durumla karşılaştığında
onun geçip tekrar eskisi gibi “iyi” bir durumda olmasını ister. Bazılarımız
bunu başaramadığını düşünür, hayatının çok kötü olduğundan bahseder. Peki, hep
kötü bir durumla karşı karşıyaysa iyinin ne olduğunu nerden bilebilir?
Sürekli mutlu olduğumuzu
düşünelim. Her gün iyi şeyler yaşadığımızı varsayarsak, bir noktadan sonra bu
çok rutin ve sıradan bir hayat olacaktır. Ama sadece bir gün bile mutsuz
olursak, diğer günler mutlu olduğumuzu anlayıp işte asıl o an “mutlu” olmamız
gerekir. Dünyadaki herkesin aynı düzeyde bir güzellikte olduğunu varsayarsak,
çirkin olarak algılanan bir insan görmedikçe hiç kimse aslında güzel olduğunun
farkına varamayacaktır. Aynı şekilde herkesin dürüst, adil, cömert yaşadığı bir
dünyada herhangi biri cimri, yalancı, hilekâr olmadıkça bu iyi kavramların hiçbirinin
değeri olmayacaktır. Çünkü tam zıttı olan bir şey olmadıkça o şeyin
sıradanlıktan kurtulma şansı yoktur.
Aslında kendimize kötülüklerin
olmadığı bir ütopya yaratmaya gerek yok, çünkü bir zamanlar hepimiz öyle bir
dünyada yaşıyorduk; çocuktuk. En üzüldüğümüz şey istediğimiz oyuncağın bize
alınmamasıydı belki, o an bizim için kötü durum buydu. Babamızın eve gelirken
aldığı bir çikolata bizi en mutlu çocuk yapabiliyordu. Her an mutluyduk çünkü
mutsuzluk olarak nitelendirdiğimiz şeyler çok ufak ve az sayıdaydı. O zamanlar
mutluluğun, sağlığın, iyinin değerini anlayamamamızın en önemli sebeplerinden
biri işte tam da budur. Zamanla büyüyen bedenimize paralellik gösteren
algılarımız, mutsuzluk kavramının ne kadar daha büyük ve derin olduğunu
anladığında, mutluluğun da değeri bir o kadar arttı. Gün geçtikçe bu
kavramların daha büyüklerini yaşadığımız için, gittikçe daha keskin
algılanabilir oldular. Kim bilir, belki de çocukluğa duyulan özlemin altındaki
asıl neden de budur.
Soyut kavramların algılanması her
insana göre farklılık yaratabileceğinden dolayı onların zihnimizdeki
karşılıklarını karşımızdakine aktarmamız olanaksızdır. Bu nedenle bizim için mutsuz
edici bir olay ve ya yaşantı, bir başkası için aslında çok sıradan, hatta
mutluluk sayabileceği bir şey olabilir. Birimizin şu anda yaşıyor olduğu en
kötü şey işten kovulmasıyken bir diğerimizinki açlıktan ölme olasılığıdır. Ama bütün
herkesteki tek ortak yan “yaşadığı en kötü şey” olayına sahip olmaktır. Bir başkasının
yaşadığı mutsuzluk size sıradan geldiği için bu nedenle onu suçlayamaya hiç
hakkımız yoktur. Peki ya dünyanın en kötü şeyini yaşayan bir insan bile aslında
hepimiz için yaşanılabilecek en kötü şeyi yaşamıyorsa? Hepimizin mutlu olduğu
sürece mutsuzluğu anlayamayacağını söylemiştim, peki aslında bütün bu
yaşadıklarımız da aslında çok iyi şeyler olamaz mı?
Herkesin etrafını gri tonlarında
gördüğü bir yaşam düşünelim. Hiçbirimiz kırmızının, mavinin hayalini bile
kuramazdık. Sınırlarımızı zorlayacak tek şey siyah ve beyaz olurdu. Gerçek dünyada
kırmızı, mavi gibi renkler varsa bile hiç görmediğimiz için bunun hayalini bile
kurmak imkansız olurdu. Peki, yaşadıklarımız sadece gri tonlarında bir hayatsa?
En kötü ve ya en iyi olarak nitelendirebileceğimiz şey aslında sadece bir olayın
tonlarıysa? Dünyanın en mutsuz olayı olarak hayal edebileceğimiz şey sadece
bizim hayalini kurabileceğimiz şeylerden ibaret olduğunu, oysa bunun ötesinde
hayal bile edemeyeceğimiz şeylerin belki de yaşanılabileceğinden bahsediyorum.
Hastalık olmadan sağlığın, soğuk
olmadan sıcağın, çirkin olmadan güzelin, tutsaklık olmadan özgürlüğün, hüzün
olmadan mutluluğun, kötü şeyler olmadan iyi şeylerin değerini asla anlayamaz ve
kavrayamazdık. Bu yüzden aslında kötü olarak nitelendirdiğimiz şeylere de bir o
kadar ihtiyacımız vardır. Zıtlıklar bu yüzden kardeştirler. Biri olmadan
diğerinin anlamı olmaz. Kötü şeyler olmasaydı, iyi şeyler anlaşılmazdı. Eğer bir gün çok üzücü bir olay yaşarsanız sevinin,
mutluluk sizin için çok daha değerli ve güzel olacaktır.
0 yorum