Çoğumuz günlük hayatta sayısız
duyguya kapılabiliriz; mutlu olabiliriz, sinirlenebiliriz, aşık olabiliriz,
sıkılabiliriz… Bunları genel bir kategoriye koyarsak halk arasında “ruh hali”
olarak tanımlıyoruz. Birçok güncel cümlenin içerisinde bunu kullanabiliyoruz
örneğin “Ruh halim çok berbat.” gibi. Peki, gerçekten bunlar bizim ‘ruh
halimiz’ mi ki bu şekilde tanımlamalar getiriliyor? Bu gibi durumlarda
kastedilen “ruh” nedir?
Halk arasında çok yaygın olan
sanrılardan biri de bizim duygularımızı asıl ortaya koyan şeyin, bizim ruhumuz
olduğudur. Bu bilginin kaynağına bakacak olursak çok eski çağlara gitmemiz
gerekir. Önceki çağlarda başlayan ruhun olduğuna dair ilk inançları, öldükten
sonra dirileceklerine inanıp mezarlarını oda şeklinde yapan, atlarıyla ve ya
değerli eşyalarıyla gömülen uygarlıkları kanıt niteliğinde ortaya sürebiliriz. Din
ile bağdaşmış olan bu ruh kavramı, başlarda sadece insanlarda değil, doğanın
her yerinde olabileceğini ortaya koyuyordu. Güneş tanrıları, su tanrıları,
bereket tanrıları insanların bu fikirlerinin gerçek olduğunu düşünerek ortaya
çıkmışlardır. Yanardağın bile bir ruhu olduğunu düşünen bu insanlar çok uzun
yıllar içerisinde bunun ruhla bir alakası olmayıp, doğanın bir düzeni olduğunu
ve onları tanrı olarak gördükleri nedenlerin arkasında sadece doğal nedenler
yattığını gördüklerinde, doğaya ait şeylerin bir ruhu olmadığını anlamışlar ve
zamanla kabul etmişlerdir.
Günümüze baktığımızda bizim
toplumumuzda insanların ruhu olduğuna dair düşüncesi çok yaygındır. Bunun asıl
nedeni yine dinle bağlaşık bir düşünceye dayanabilir. Çoğunlukta yaşadığımız
dinlere bakarsak öldükten sonra dirilme, bedenin çürüyüp ruhun aynı kalması,
ruhun ödüllendirilmesi ve ya cezalandırılması, tanrıyla kurulan iletişimin
sadece ruh aracılığıyla yapılabilmesi gibi durumlar olduğu için inançlı birinin
ruhun olduğuna inanması absürt görülecek bir durum olarak görülmemesi gerek. Fakat
bu durum, onların düşüncelerini hiçbir şekilde doğrulamaz. İnanç, gerçek olarak
kabul edilemez. Eski çağlardaki inanışların yanlışlığını bilim teker teker
nasıl ortaya koyduysa günümüzdeki inanışların da yanlış olan kısımlarını
çürütebilir. Toplum içerisinde bilim ilerledikçe düşünceler değişti, tanrılar
gitti ve ruhlar yok oldu. Ama bizim toplumumuza baktığımızda insanların ruhunun
olduğu düşüncesi çok yaygın olarak görülmektedir.
Bilimsel çalışmalar duygularımızın
beynimizde yer alan limbik sistemimizdeki talamus, amygdala ve hippocampus gibi yapılar
tarafından denetlendiğini ortaya koymuştur. Yani bilindiğinin aksine bizim
ruhumuz üzülmez, sinirlenmez, aşık olmaz, mutlu olmaz, bunların hepsi
beynimizde ilgili bölümler tarafından kontrol altına alınıp bu şekilde
hissetmemizi sağlar. Bir diğer konu olan psikoloji, ruh bilimi anlamına gelse
de ve düzeltilmeye çalışıldığı alanı her ne kadar “ruh sağlığı bozukluğu”
olarak tabir etsek de bunlar da sinirsel bozukların yol açtığı sorunlardan
başka bir şey değildir.
İnsanın kendisini özel bir varlık olarak
nitelendirmek istemesi de ayrıcalıklı olarak bir ruha sahip olduğunu
düşünmesine itebilir. Fakat bizim diğer canlılardan üstün olduğumuz söylenemez.
Bizden daha hızlı, daha güçlü, daha dayanıklı ve birçok konuda daha üstün olan
milyonlarca canlı yaşamaktadır. Bizim tek üstünlüğümüz beynimizin gelişmiş
olmasıyla alakalıdır ki bu durumda üstünlük yarışı söz konusu olamaz. Ruhumuzun
olduğuna dair düşüncelerin olmasına yol açan diğer bir etmen de yaşadığımız
gezegende diğer varlıklardan daha akıllı olduğumuzdur. Akıllı olmak, duygulara
sahip olmak, düşünebilmek gibi etmenler bizi diğerlerinden ayırır fakat bu
bizim ruhumuz olduğu anlamına gelmez. Çünkü bütün bunlar beynimizin
fonksiyonlarının gelişmişliğiyle alakalıdır.
Çevremizden ve ya sosyal medyadan
gördüğümüz üzere ruhla alakalı birçok haber ve olay yaşanmıştır. Fakat ruhların
görüldüğü, çağırıldığı, konuştuğunu iddia edenler bunu hiçbir şekilde kanıtlayamamışlardır.
Bu gibi olayların arkasında başkalarının kazançları olabileceği gibi sadece bir
duyumsal yanılsamadan da ibaret olabilirler. Yahut beynimizin mükemmel olmaması
nedeniyle sinirsel bir boşluktan ve ya rahatsızlıktan bu gibi olaylar meydana
gelebilir. Bu gibi olayların düşünemeyeceğimiz kadar çok, aklımıza gelemeyecek kadar ilginç açıklamaları da olabilir. Fakat gerçekliği konusunda küçük bir ihtimal
dahi veren olay henüz meydana gelmedi.
Zaman içerisinde yüzyıllar boyunca
görüldüğü üzere sahte-bilim ve metafiziksel yanlış düşünceler bilimin ışığında
birer birer açıklanmış ve bu düşünceler terk edilmiştir. Günümüzde bilimin
ortaya koyduğu verilere bakarsak ruh diye bir olgu yoktur. Bilim dışındaki
veriler her ne kadar ruhun olduğuna dair ispatlar sunduklarını öne sürseler de
bu verilerin günümüze kadar hiçbir kanıtlanmışlığı da yok. Bu nedenle var
olduğu sanılan bu kavram birçok insanın bu dünya üzerindeki yaşamını belirlemesinde etkili olduğu ve
hatta bazılarına da maddi-manevi zarar verdiği için hiçbir gerçekliği
bulunmayan “ruh” düşüncesinin kesinliği terk edilmelidir.
0 yorum